Geçtiğimiz günlerde duyurduğum BÜLENT ALKIŞ röportajını yayınlıyorum. Umarım beğenirsiniz...
Röportaj: Bengü DAĞLI
Geçtiğimiz günlerde "CAM"ı izlediğimi sizlere ballandıra ballandıra anlatmıştım. Oyun benim için çok başarılıydı; oyundan çıktığımda aklımdan çıkmayan şeylerden biri de benimle birlikte salondaki herkesi etkisi altına alan Bülent Alkış'ın oyunculuğuydu. Onunla röportaj yapma fikrini daha oyunu izlerken aklıma koymuştum. Kader ağlarını ördü ve biz bir şekilde buluşup sohbet etme imkânı bulduk. Sohbet diyorum çünkü karşımda her zaman kendini yoracak işlerle uğraşmak isteyen; ancak yanındakileri bir an olsun bile yormayan , mütevazı bir adam vardı. Hal böyle olunca da bizim sohbet uzayıp gitti.
Bülent Alkış’ın bugüne kadar evlerimize konuk olduğu onca diziyi tek tek sıralamayacağım. Ancak böylesi bir oyuncuyu izleme keyfine ortak olmak isteyenler için, şu sıralar "Bir Çocuk Sevdim"de yer aldığını hatırlatıp, lafı fazla uzatmadan sizi Bülent Alkış ile baş başa bırakayım.
Siz aslında çok uzun süredir TV’den tanıdığımız bir isimsiniz; ancak rol aldığınız “CAM” adlı oyundan sonra sanki biz daha çok Bülent Alkış’ı konuşur olduk. Genelde tam tersi olur oysa, yıllarca tiyatro yapmış insanlar bir tv-film projesiyle dikkat çekerler. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Ben de buna katılıyorum. Diziler daha fast food, daha hızlı tüketilen şeyler. Sizin anlık popülerliğinizi arttırıyor. İyileri biriktirdikçe de sizin için iyi bir kimlik oluşturuyor. Fakat bir insanı canlı bir performansta izlemek ki televizyonun size verdiği dayatma bir rolde değil de çok başka bir noktadan oyuncuyu görebilme şansını yakaladığı için seyirci, bu oyuncu için bulunmaz bir nimet. Ben 2005’te ara vermiştim tiyatroya. Dizilerle devam ettim. Evet diziler çok güzel, evet maddi anlamda kazandırıyor. İşinizi iki-üç günde yapıp gidiyorsunuz. Fakat paket olarak siz gidiyorsunuz, paket olarak da her şeyiniz halledilmiş, bitmiş oluyor. Ama bundan oyuncu olarak ne kadar haz aldığınız tartışılır. Oyuncuya haz veren yer sahne. Bunu hayatımda bir kez daha CAM’la görmüş oldum.
“CAM” bir oyuncu olarak ne kattı size?
“CAM”ın oyuncu olarak bana kattığı şey… Şimdi, dizilerin getirdiği kalıplar var. Kamera sizden daha küçük oyunlar ister. Siz ekranda nasıl sevildiyseniz genelde hep o tip karakterler için çağrılırsınız falan. Bana “CAM” şöyle bir şey getirdi, hem içimde başka birilerinin olduğunu gösterme fırsatı doğurdu hem bunları daha fazla araştırıp ortaya dökebilme laboratuarı oluşturdu bende. Çünkü siz eğer, oyuncu olarak ‘tamam ben oldum, ekran çok güzel, işler şudur budur’ şeklinde giderseniz bir süre sonra biter o, kısırlaşırsınız. Bu kısırlaşmayı da en iyi tiyatro size gösterir. Sahneye çıktığın anda işte o sensin abi! Yönetmen de sensin o sırada, orkestra da. Her şey sensin ve işte orada elin ayağın birbirine girer. Canlı performanslar, senin kendinle yüzleşmeni sağlıyor. Çünkü burada kes yapıştır diye bir şey yok, yanarsın.
Hikâyenin en başına dönersek; oyunculuk eğitiminizi İzmir’de tamamlamışsınız. İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
Piyasa burada aktığı için buraya geldim. İzmir’de çocuk tiyatrosunda çalışıyordum, onun bir kolu da burada iş yapıyordu. Bu durum benim garantimdi, buraya geldiğimde hazır bir işim vardı. Şunu da biliyorsunuz ki tiyatrolar burada, reklam piyasası burada, sinema sektörü burada, diziler burada. Her şey burada, yani oyuncunun yapabileceği birçok şeyden bahsediyorum. Ufkunun açılacağı, önünün açılacağı, sana farklı şeylerin sunulabileceği mekân burası. Bunu yadsıyamayız. Diğer yerlerde de var; ama daha kısır. O yüzden İzmir’den buraya geldim.
İstanbul’daki ilk çalışmalarınız da çocuk oyunlarıyla başlamış madem, hemen sorayım. Bizde genelde tiyatroya çocuk oyunlarıyla başlanır; ancak oyuncu olarak isim yaptıktan sonra bir daha bu alana dönülmez. Çocuk tiyatrosunu siz nereye koyuyorsunuz hayatınızda? Bir daha çocuklar için tiyatro yapar mısınız?
Yaparım. Çok da severek yaptığım bir şeydir. Dokuz Eylül’de okurken, hepimizin ikinci sınıftan başlayan bir staj çalışması vardır. Bunun belli bir saatini de mutlaka gidip bir tiyatroda yapman gerekir. İzmir’de de bunu yapabileceğin ortamların sayısı azdır. Pınar Çocuk Tiyatrosu, sonradan kurulan Tansaş Çocuk Tiyatrosu ve ismini sayamayacağım birkaç yer daha var çok değerli insanların yönettiği. Onlara gidip staj yapmak zorundasın artı bu işin laboratuarına seni yavaş yavaş sokmaya başlıyorlar; yani biz sana bir şeyler vermeye başladık, hadi bakalım şimdi biraz da sen dedikleri şey bu. Üçüncü sınıfta bu ivme kazanır, çünkü dörtte okul bitecek, tezini verdikten sonra da diploman var daha sırada. Yani ya küfrederler ya da alkışlarlar. Onu şimdiden yaşamaya, görmeye başla. Bazen sen ne yaparsan yap beğenilmeyeceksin, kötü olacaksın ve bunu da gör, bazense hiç ummadığın bir şey sana takdir getirecek bunu da yaşa yanında. Çocuk tiyatrosu da oyunculuk anlamında çok daha fazla özen isteyen, çok dikkat isteyen bir alandır. Dramaturjik açıdan çok uzun çalışmalar sonucunda çıkar. Çünkü çocuk dediğiniz acımasızdır, lafını pat diye söyler çünkü hiçbir çıkarı yoktur, maskesizdir. Sizin görmediklerinizi çocuk gözüyle daha iyi görür. Bir oyunumuz vardı ve orada karakter her şeyi yasaklıyor, oyunun sonunda da biz onu affediyoruz. Çocuğun birisi kalktı ve “Biz affetmeyeceğiz.” dedi. Şok olduk, neden diye sorduk. “Önce yasakları kaldırsın ondan sonra affedelim” dedi. Ve bakın bu durum oyunun seyrini değiştirdi. Ondan sonra yasakları kaldırma kısmı eklendi oyuna. Parayla tutulmuş dramaturgumuz var, altı-yedi tane kafası çalışan insan var, sağlam bir metin var; ama gözden kaçan bir şey! İşte çocuk sana onu gösteriyor, sen unutuyorsun onu. Sen daha iyi niyetlisin belki, “aa tamam, yasaklar da var, hadi geçelim.” diyorsun. Çocuk diyor ki hayır, önce yasakları kaldırın kardeşim! Bu kadar net, bu kadar güzel. Bir de ben deliyi oynamayı daha çok seviyorum. Deliyi de aldığın zaman işin içine kahkahanın dozu daha da yükseliyor. Sonra sahne üzerinde birbirine çaktırmadan yapılan küçük şakalar, onların karşılanması… Yani kukla işine kadar gittim çocuk tiyatrosu serüveninde. Çok zevkli bir şey.
Tiyatroya uzun bir zaman ara vermenizin sebebi neydi?
Diziler. Çünkü yapımcıya gittiğinizde benim oyunum var dediğinizde o da diyor ki benim de işim var ve bunu teslim etmem gereken bir zaman var. Bu yüzden iş -iş derken aslında para- ve idealiniz arasında seçim yapmak zorundasınız.
İçinde yer aldığınız dizilerden en beğendiğiniz ya da keşke devam etseydi dediğiniz?
“Bu Kalp Seni Unutur Mu”nun devam etmesini çok isterdim. O benim için çok özel bir projeydi. Türkiye’de o ana kadar yapılmamış bir projeydi. Benzer şeyler sunulmuş ama birebir konuya odaklanan başka bir iş yapılmamıştı. Talihsizlik diyelim.
RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder